31 Temmuz 2016 Pazar

Hayatımızı Bulandıran Duygu: Kaygı

       Merhaba değerli ziyaretçim,
Hoş geldin.

“Bu başlığa tıklamış olmanın bir nedeni vardır elbet!” 
Yoksa sen de kaygıdan nasibini alanlardan mısın?

     Bugün seninle son zamanlarda üzerinde çok fazla düşündüğüm bir konu hakkında konuşmak istiyorum. İstanbul’un kalabalığında yaşayan bir birey olarak; aynı ortamı paylaştığım insanları gözlemlediğim kadarıyla çok kaygılı insanlar haline geldiğimizi farketmeye başladım. Gün içerisinde bize en çok hakim olan duygunun  “kaygı” olduğunu söyleyebilirim sanırım.
     Kaygı ile ilgili konuşmaya başlamadan önce bu duygunun “korku” ile arasındaki farka değinmek istiyorum çünkü genelde bu iki kavram ya aynı şey gibi biliniyor ya da karıştırılabiliyor.
     Korku, bilinen bir tehtide karşı verdiğimiz fiziksel veya psikolojik tepkilerdir. Eğer net bir tehdit varsa söz konusu olan hissin adına korku deriz. Kaygı ise, nedeni belli olmayan veya bilinçdışından kaynaklanan belirtilerdir. Örneğin; “ben yılandan korkarım” ifadesinde belirtilen duygu korkudur çünkü kaynağı bellidir: yılan. Aradaki farka değindiğime göre kaygıyı konuşmaya kaldığım yerden devam edebilirim.
     Kaygı düzeyi yüksek insanlarla en çok toplu taşıma araçlarında karşılaşıyorum. Çatık kaşlı, çevresini endişeyle süzen, çantasına sımsıkı sarılan, kendisine yanlışlıkla çarpanı bakışlarıyla adeta döven bir sürü insan görmek mümkün. Bizler hangi ara bu duygunun bizi böyle ele geçirmesine izin verdik bilmiyorum, ama durumun iletişimi zayıflatmak gibi nice kötü etkiler bıraktığı aşikar.
     Kaygısız bir hayat elbette düşünülemez; kaygılanmak için öyle çok nedenimiz var ki.. Hayatımızla alakalı birçok konu için yerinde kaygı düzeyi gereklidir zaten, ama bu yoğunluk normalin üstüne çıktıkça ters etki yapıyor ne yazık ki. “Bin kaygı bir borç ödemez.” diye boşuna mı demiş Karacaoğlan.  Bize farkettirmeden hayatımızın bir parçası haline gelen bu duygu davranışlarımızı ve kişilik özelliklerimizi etkiliyor. Hayattan zevk alamayan kaygılı insanlar haline geliyoruz.

       “Neden Kaygılanıyoruz?”
     Bu soruya verilecek cevap kişiden kişiye, kültürden kültüre farkedebileceği için kesin sınırlar çizmek zor; ama genelleme yapabiliriz yine de.  Mesela,
·         Alıştığımız bir çevrenin değişmesi,
·         Herhangi bir konuda olumsuz bir sonuç beklemek (sınav gibi),
·         Kendimizle olan çelişkilerimiz (inandığımız şey ile yaptığımız şeyin çelişmesi gibi),
·         Belirsizlik
kaygıya neden olabilecek sebeplere örnek olarak gösterilebilir.

      “Kaygılandığımızı Nasıl Anlarız?”
     Kaygı düzeyimiz arttıkça vücudumuz bir takım tepkiler verir. Bu tepkilerin birkaçını şu şekilde sıralayabiliriz:       
-          Nefes darlığı
-          Mide ağrısı
-          Terleme
-          Nefes alıp vermede düzensizlik
-           Aşırı tepkide bulunma
-          Titreme
-           Gerginlik
-          Aniden sinirlenme
-          Sürekli baş ağrısı

       “Nasıl Kurtulacağız Bu Kaygı İlletinden?”
     Kaygının ne olduğundan ve olası nedenlerinden bahsettik. Buraya kadar her şey tamam, peki nasıl kurtulacağız bu rahatsız edici durumdan?
·         Herşeyden önce, kaygılı olduğumuzu farkedip kabul etmemiz gerekiyor ki değişmesi gereken birşeyler olduğunu idrak edelim.
·         Kaygıya neden olan düşünceyi farketmeye çalışmalıyız. Nedenini bilmediğimiz bir şeyi çözemeyiz çünkü. Bunun için de, içinde bulunduğumuz kaygılı ortamdan bir süreliğine uzaklaşabiliriz. Mesela, iş yerinde kendimizi normalden fazla kaygılı hissediyorsak; ilk fırsatta oradan bir müddet uzaklaşıp duygumuzu irdeleyebiliriz. Bu eylemi yürüyerek yapabiliriz mesela.  Eğer imkanımız yoksa, kendimizi en rahat hissedeceğimiz ortamı hayal edebiliriz.
·         Kaygının temelinde yatan nedenin bizi nasıl etkilediğini anlamaya çalışabiliriz.
·         Kaygıyı ortadan kaldırabilecek kendi yapımıza uygun uzun süreli veya kısa süreli çözüm alternatifleri düşünebiliriz. Kısa süreli yolları vakit kaybetmeden uygulamaya başlayabilir, uzun süreli olanlar için hazırlıklar yapabiliriz.
·         Kaygınızı abartmamaya çalışmalıyız. Ona yüklediğimiz anlamı azaltmaya ve normalleştirmeye çalışmalıyız çünkü kaygının yoğunluğu abarttığımız oranda artacaktır.
·         Nefesimizi kontrol altına almaya çalışarak da kaygı düzeyimizi düşürebiliriz.

     Bu önerileri uyguladığınız halde hala kaygılı olduğunuzu hissederseniz psikolojik destek almak için ilk adımı atabilirsiniz. Kaygılarınızın yaşamınızı etkilemesine izin vermeyin!

     Daha az kaygılı, bol tebessümlü, enerji dolu günler diliyorum.
     Sevgiler…
     Psikolog Nazlı DİNÇ




24 Temmuz 2016 Pazar

Kişilik Bozuklukları Nedir, Kaça Ayrılır?

       Adı çok sert, ama aslında öyle değil!
       Sıkça duyduğumuz “kişiliğin bozuk senin” yaftasından daha masum aslında kişilik bozuklukları. Hakaret anlamında kullanıyor bazen. Yanlış biliyoruz, dolayısıyla da yanlış kullanıyoruz maalesef.

       Öncelikle “kişilik” kavramı nedir?
       Kişilik, birçok kuramcı tarafından ele alınmış ve uzun uzun açıklanmıştır. Ben kısaca “bireyi diğerlerinden ayıran kalıcı karakteristik özelliklerin tamamı” olarak tanımlıyorum.
      Belli bir sosyal çevrede başka insanlarla etkileşim halinde yaşıyoruz. Bu süreçte de çevremize uyum sağlamaya, kendi isteklerimizle toplumun beklentileri arasında bir denge kurmaya çalışıyoruz. Kişilik bozukluğunda, bireyin toplumsal normlara aykırı ve uyumsuz davranışları söz konusudur ve bu durum kendisini sosyal ortamlarda gösterir. Kısaca kişilik bozukluğu, bireyin kendi toplumununa göre normalden fazla sapmasına neden olan sürekli bir davranış örüntüsüdür. Ergenlikte veya genç yetişkinlik döneminde belirginleşir, zamanla kalıcı olur. Sürekli bir sıkıntı haline ve işlevsellikte bozulmalara yol açar. Kişilik bozukluğunun oluşumunda genetik geçiş, çevresel faktörler ve daha birçok neden etkili olabilir.

       Kişilik bozukluklukları genel olarak 3 küme altında inceliyoruz.

       A Kümesi: Paranoid, Şizoid, Şizotipal kişilik bozukluklarını içerir. Bu grup altında incelenen bozukluklar genel olarak garip, ekzantrik olarak nitenlendirilirler. Güvensizlik ve kuşkuculuktan sosyal koğukluğa uzanan sıradışı davranışlar gösterirler.

       Paranoid Kişilik Bozukluğu: Başkalarına karşı yaygın bir güvensizlik ve kuşku söz konusudur. Bu tip kişiler kronik olarak gergin ve savunmacı durumdadır. Genelde psikotik olmazlar yani gerçeklik algılarını kaybetmezler; ama stresli dönemlerde geçici psikotik belirtiler sergileyebilirler.
       Şizoid Kişilik Bozukluğu: Genellikle sosyal ilişkiler kurmaya gerek duymazlar. Bu yüzden yakın arkadaşları yoktur. Duygularını ifade etmezler, ve mesafelidirler.
       Şizotipal Kişilik Bozukluğu: Aşırı derecede içe dönüktürler. Genelde sadece aile ile ilişki kurarlar. Davranışlarda tuhaflıklar söz konusudur. Yüksek oranda batıl düşünme vardır. Bazen sihirli güçleri olduğuna inanırlar. Stresli durumlarda psikotik özellikler gösterebilirler.


       B Kümesi: Histrionik, Narsisistik, Antisosyal, ve Sınır kişilik bozukluklarını içerir. Bu kümedeki bozukluklar genelde dramatik, duygusal ve dengesiz davranışlar sergilerler.

       Histrionik Kişilik Bozukluğu: Bu bozukluğun temel karakteristik özellikleri dikkat çekmeye yönelik aşırı davranışlar ve duygusallıktır. Giyimleri abartılıdır. Cinsel açıdan da kışkırtıcı  ve baştan çıkarıcıdırlar. Gösteriş yapmayı severler. Ben merkezcidirler. İlgilenilme arayışları vardır. Kendilerini dramatikleştirebilirler.
       Narsisistik Kişilik Bozukluğu: Empati kuramama, aşırı bir benlik önemi duygusu bu bozukluğun temel özelliklerindendir. “Muhteşemlik” önemli bir ölçüttür. Başkalarının yeteneklerini küçümserken kendileriyle ilgili şeyleri çok fazla överler. Bu bozukluğa sahip kişiler sadece yüksek statülü kişilerle ilişki kurmak isterler. Eleştiriye açık değildirler. Onay beklentileri karşılanmadığında eleştirel ve misillemeci tavırlar sergilerler. Kendilerine aşık ve bencildirler.
       Antisosyal Kişilik Bozukluğu: Tanısı 18 yaşından önce konulmaz. Vicdan duyguları zayıftır. Başkalarının haklarını ihlal etmek onları rahatsız etmez. Sorumsuzca davranırlar. Saldırgandırlar. Ceza almak gibi bir korkuları olma dığı gibi kuralları da önemsemezler. Güvenlik arayışları pek yoktur. Ağır cinsel sapkınlıkları olabilir.
       Sınır (Borderline) Kişilik Bozukluğu: Duygulanımlarında dalgalanma olduğundan dürtüsel ve dengesiz davranışları vardır. Benlik algıları da değişkenlik gösterir. Yoğun bir terk edilme korkusu yaşarlar. Onlar için gri yoktur; ya siyah vardır ya da beyaz. Kronik sıkıntı duygusu mevcuttur. Psikotik ataklar görülebilir.


       C Kümesi: Kaçınmacı, Bağımlı, Obsesif-kompulsif kişilik bozukluklarını içerir. Bu gruptaki bozuklukların geneli kaygı ve korku belirtileri sergilerler.

       Kaçınmacı (Çekingen) Kişilik Bozukluğu: Sosyal ket vurma görülür. Eleştiriye karşı aşırı duyarlıdırlar. Genellikle yalnız olurlar ve bu durumdan sıkılırlar. Kendilerini beceriksiz ve sosyal açıdan yetersiz hissederler. Şizoid KB’ndan farkı; utangaç, güvensiz, ve eleştiriye duyarlı olmalarıdır. Kişiler arası teması arzularlar ama reddedilme korkularından dolayı bundan kaçınırlar. 
       Bağımlı Kişilik Bozukluğu: Yaşamlarını başkalarına göre kurma eğilimleri vardır. Kendilerine güvenmezler. Tek başına karar vermekten çekinirler. Yalnız kalmak istemezler. Kabul görememekten korktukları için kendi fikirlerini söylemezler. Hep kararsızdırlar.
       Obsesif-Kompulsif Kişilik Bozukluğu: Düzeni ve denetimi sağlama konusunda aşırı endişelenme bu bozukluğun karakteristik özelliklerindendir. Resmin bütününü görmekte zorlanırlar. Bu bozukluğa sahip olan insanlar genelde çok çalışırlar ama detaylara çok fazla takıldıklarından ellerindeki işi bitiremezler.

       Not olarak eklemek isterim ki,
   Bilgilendirme amacıyla genel bilgileri ele alarak yazdığım bir yazıydı bu. Tanı kriterleri ve diğer ayrıntılı bilgiler için “DSM Tanı Ölçütleri El Kitabı”nı inceleyebilirsiniz. Ayrıca, kaynak olarak “Anormal Psikoloji” kitabını kullandım.

Sevgiler,
Psikolog Nazlı DİNÇ 

3 Temmuz 2016 Pazar

Sadist *Stephen KING


       Okuduğum ilk Stephen KING romanı olur kendisi. Neredeyse 10 yıldır kitaplığımda duruyor kitap ama yanaşmamıştım. Vahşet içeren şeyleri izlemeyi de okumayı çok tercih etmiyorum aslında; ama öte yandan merak da ediyorum... derken merakıma teslim olup okudum. Pişman değilim. Sırada yazarın diğer kitapları ile Agatha CHRISTIE kitapları da var hatta. :) 

       Kitap kaçık bir hayranının eline düşen yazar Paul'ün başından geçenleri anlatıyor. Hayranın böylesi de düşman başına yahu. Kadın adamın kitaplarını gerçekmiş gibi yaşamış resmen. Tanıtımında yazan şu cümle bir hayli ilgimi çekti: "Çok ünlü bir yazardı, ama bir gün, hayatta kalabilmek için kitap yazması gerekeceğini hiç düşünmemişti..."

       Okumaya başlamadan önce fotoğrafladım, okurken fotoğrafladım, bitirince fotoğrafladım, vs... 2 ay önce okuduğum güzelim kitabı anca şimdi anlatmaya başlayabildim üşengeçliğimden. Geç olması hiç olmamasından iyidir, dimi? 


Bir yanda sancıyan bacaklarıyla öte yandan deli bir hemşire ile uğraşmakta olan Paul’un hikayesini okurken, gözyaşlarımı tutamadığım için yanımda mutlaka bolca peçete bulunduruyordum... :))) şaka şaka, kitap heyecanlı bir şekilde ilerliyordu, evet; ama o peçeteliğin orada olmasının tek nedeni, kutusundaki renkliliği fotoğrafa dahil etmek istemiş olmamdı. :)



       Özetle,
       Okurken çok gerildim özellikle ilerleyen kısımlarda. Suratım şekilden şekle girip durdu. Eh, alışkın değiliz tabii. 
       Kitabı bitirdikten sonraki gece gördüğüm rüyadan anladım ki, kitaptaki olaylar beni baya etkisi altına almış. Gerilim, vahşet seviyorsanız bu yazar da kitap da tam size göre.
       Normalde pek okumadığım bir tür olsa da çok sevdim. Bir daha bu tarz kitaplar okur muyum? diye düşündüm bi an… Evet ya, okurum; iyiydi iyi.

       Bu arada kitabın filmi de varmış: Ölüm Kitabı
Kitap bittikten sonra ilk işim filmini izlemek oldu. Heyecanla izlemeye başladım ancak hüsrana uğradım diyebilirim. Hiç sevmedim. Zaman kaybı oldu benim için. Film uzundu ama uzun olmasına rağmen çok boştu. Kitaptaki birçok kısım yoktu. Olmasa da olurmuş. Beğenmedim.


“Çünkü yazarlar her şeyi hatırlarlar, Paul. 
Özellikle acıları, ıstırapları… Bir yazarı çırılçıplak soy. Yara izlerini işaret et. 
O sana her küçük yaranın hikayesini teker teker anlatır. Büyükler içinse birer roman yazar. 
Bir yazar hafıza kaybına uğramaz. Eğer yazar olmak istiyorsan az bir yetenek işe yarar. 
Ama aslında gerekli olan her yara izinin hikayesini hatırlayabilme yeteneğidir.”